Bizim çocukluk zamanımızda sokaklar, bahçeler, ağaç gölgeleri ve mahalle araları en sevdiğimiz oyun alanları olurdu. Amasya’da, ırmak kenarındaki o mahallede geçen yıllar sanki dün gibi hep aklımda. Ablamla aramızdaki yaş farkının az olması nedeniyle adeta ikiz gibi büyüdük. Yaramaz değildik belki, ama çocuk olmanın hakkını vererek yaşadık her günü. Ablam çok cesurdu, ben de onun peşine takılır, seçtiği oyunları oynardık. Mahallemizdeki meyve bahçelerinden düşen elmaları, ayvaları toplar, paylaşmanın mutluluğunu yaşardık. Bahçelerde, ağaç dallarına tutunarak birbirimizi sallardık. Bir gün ablamı biraz hızlı sallayıp düşmesine sebep olmuştum ve o düşme sonucunda kolu kırılmıştı. Bu olay, acıdan çok, geçmişin tatlı hatıraları arasında yerini aldı.
O yıllarda teknoloji yoktu, ama hayal gücümüz sınırsızdı. Ablamın küçük yaşlardan itibaren kuaförlüğe meraklı oluşu bize farklı dünyaların kapısını açardı. Bulduğumuz hortumları kesip, lastik ve conta yardımıyla bigudi yapar, ben de onun en hevesli müşterisi olurdum. Annemden gizlice alıp odamıza götürdüğümüz tencereler, kuaför kazanı olur, saçlarımız şekil alırken kendi dünyamızda kaybolurduk. Annem, bu küçük yaramazlıkları elbette fark ederdi ama bizi bozmadan, sessizce izlerdi. Bugün ablamın kuaför öğretmeni olarak hayalini gerçekleştirmiş olması, o günlerin en güzel meyvesi.
Yaz günleri böyle neşeyle geçerken, kış geldiğinde ise bambaşka bir keyif başlardı. Karın tadını doyasıya çıkarır, minik bir kardan adam yapıp eve getirirdik. Onu tepsinin içine koyar, “üşümesin” diye de sobanın yanına yerleştirirdik. Yaptığımız minik kardan adamın sobanın sıcağında yavaşça erimesini izlerken içimizi garip bir heyecan sarardı, o da bir arkadaş gibiydi bizim için. Ailemizle geçirdiğimiz o kış günleri, samimi sohbetlerimiz, birlikte içtiğimiz sıcak çaylar ve sobanın yanında anlattığımız hikayeler, çocukluğumun en unutulmaz anılarını oluştururdu.
Bugünün çocukları ise farklı bir dünyada büyüyor. Onların oyuncakları ekranlarda, oyun alanları sanal dünyalarda. Tabletler, akıllı telefonlar, video oyunları… Dünyanın bilgisini parmaklarının ucunda buluyor, sanal geziler yapıyorlar. Bu, onlara birçok şans tanıyor. Her bilgiye, her sorunun cevabına kolayca erişebiliyorlar. Ancak, bizim tanıdığımız sokakların kokusunu, düşen bir elmayı paylaşmanın mutluluğunu, mahallede arkadaşlarla kurulan basit oyunların sıcaklığını ya da çamurdan şekiller yaparken ellerimize bulaşan toprağın masumiyetini bilmiyorlar.
Bizim çocukluğumuz, özgürlüğün, yaratıcılığın, saf neşenin hikayesiydi. Bugünün çocukları ise global bir dünyanın, teknoloji çağının çocukları. Her iki dönem de kendince değerli. Biz mahalle aralarında ip atlayarak, top oynayarak, ağaç dallarında sallanarak büyüdük. Bugünün çocukları ise modern dünyanın getirdiği bambaşka deneyimlerle büyüyorlar. Önemli olan, her neslin kendi masalını, kendi kahkahalarını ve anılarını yaratmasıdır.
Anne ve babamızın bize sunduğu o güzel çocukluğun ne kadar büyük bir şans olduğunu bir kez daha içtenlikle fark ediyorum. Dört kardeşi hayata hazırlamak için büyük bir özveriyle çalıştılar. Mekanları cennet olsun inşallah. Anne ve babamızın yanımızda olmaması acı verse de, bıraktıkları sevgi ve anılar içimizde yaşamaya devam ediyor. Bugün, onların itina ile büyüttüğü dört evlat olarak, geçmişin hatıralarını, kardeşliğimizi ve en önemlisi, onların bize öğrettiği değerleri geleceğe taşıyoruz.
Umarım, bizim çocuklarımız ve onlardan gelecek evlatlarımız da bizim kadar tatlı ve unutulmaz anılar biriktirir. Hayatın içindeki koşuşturmalarda sevdiklerimizle geçirdiğimiz anların kıymetini bilmek, onlara sevgi ve şefkatimizi göstermek en değerlisidir. Zorluklar karşısında dayanışma ve sevgiyi hiç kaybetmemek, gelecekte hatırlanacak en büyük mirasımız olacaktır. Herkese sevdikleriyle beraber huzur ve sevgi dolu günler diliyorum. Hayatınızda her zaman mutlulukla dolu güzel anılarınız olsun.
Fikriye Ayrancı Keper
Belçika-Genk